NÜKLEER ENERJİYE KARŞI OLMAK NE DEMEK? - Ağustos 1994

Arif KÜNAR

Benim için nükleer enerji, yalnızca bir üretim tarzını ve tercihini temsil etmiyor. Ve karşı çıkışım, doğrudan ekonomik ve teknik kaygılardan, doğaya vereceği potansiyel tehlikelerinden ya da mevcut konvansiyonel tahribatlarından dolayı değil tek başına.

Peki, nedir öyleyse ve ne demektir, nükleer enerjiye karşı tamamen, kategorik olarak karşı olmak? Giderek bunu, bütün diğer meselelerin önüne çıkarmak, yeşil dünya görüşünü ve mücadele alanını, büyük oranda anti-nükleer harekete kodlamak.

Bugüne kadar, nükleer enerjiye dair; "Merkezileştirilmiş gözetim ağları ve bilgisayarlar yoluyla bireysel davranışın izlenmesi için gerekli elektronik güç şimdiden elde mevcuttur. Nükleer enerji üretimine geçişin yeni ve sürekli bir despotluk rejimini kurmakta, bilgisayar gücünün kullanılması için en elverişli temel maddi koşulları tam olarak sağlama olasılığı yüksektir." (1), ya da başka ifadelerle giderek ağırlık kazanan; "Tüm ulaşılabilir enerji kaynakları arasında nükleer enerji, küçük bir seçkinler grubunun ellerindeki siyasal ve ekonomik gücü alabildiğine merkezileştirmesine imkan veren tek enerji türüdür." (2) gibi tamamen katıldığım ve daha önceki yazılarımda tartışmaya çalıştığım bu tesbitlerin yanısıra, daha da önemli gördüğüm yeni bir paradigmayı sizlerle paylaşmak istiyorum (3).

Enerji meselesini; bu yeni paradigma yardımıyla, entropi kanunu çerçevesinde ve mekanik- kartezyen, pozitivist dünya görüşlerinin ve sonuçlarının eleştirisiyle kısaca tartışmaya çabalayacağım. En azından daha sonraki yazılarıma, temel oluşturabilecek teorik zemini hazırlayabilmek niyetiyle denemek istiyorum.

Termodinamiğin iki kanunu; enerjinin korunumu ve entoropi kanunudur. Bilindiği gibi, enerjinin korunumu ve dönüşümü kanunu, evrende hiçbir enerjinin ve maddenin; yoktan var, vardan da yok olamayacağını, sadece hal değiştirebileceğini söyler. Entropi kanununa göre ise, enerji ve madde sadece bir yönde değişebilir; yararlanabilenden yararlanılamayana, düzenliden düzensize yani sürekli olarak kaosa ve tükenmeye doğru bir eğilim vardır evrende.

Entropi kanunu; bugüne kadar dünyanın gidişatına hakim olan, mekanistik paradigmanın, yani evreni; çok sayıda bağımsız nesnelerin bir araya geldiği bir makina şeklinde tasarlayan; bilim ve teknolojinin daha düzenli bir dünya yaratacağını öngören, sonsuz ilerleme ve büyüme inancıyla çatışmaya ve bu paradigmayı ciddice çürütmeye başladı.

Bu giderek çürüyen mekanik paradigmanın doğuşu, 1700'lerde, Francis Bacon, René Descartes, Isaac Newton'la başladı. "Bilimsel bilginin" kesinliğine olan inanç temelinde beslenen pozitivist ve kartezyen felsefenin evreni, doğayı ve toplumu matematikselleştirmesiyle başlayan bu süreci, John Locke, Adam Smith ve F. Fukayama günümüze kadar taşıdı. Benim, endüstriyalist sistemin başlangıcı, ruhu ve bizatihi kendisi olarak düşündüğüm mekanik çağı, Jeremy Rifkin'in ifadesiyle özetlersek; "Mekanik Çağ, ilerleme görüşüyle vasıflandırılır. En basit soyutlamasına ingdirgendiğinde ilerleme, "daha az düzenli" dünyaya, daha düzenli bir maddi çevre yaratmak için insanlar tarafından gem vurulduğu süreçtir. Ya da başka bir ifadeyle ilerleme, doğal dünyanın dışında, asıl konumunda varolduğundan daha büyük bir değer yaratmaktır. Bu bağlamda bilim, insanların doğa biçimlerini tutarlı ilkeler ya da kurallara indirgeyebilecekleri tarzda öğrenme yöntemidir. Teknoloji de, sırasında, bu kuralların özel durumlara uygulanmasıdır; amaç, doğa sürecini, parçaların asıl hallerinden daha fazla işlev görebilen değer, yapı ve düzen formlarına dönüştürmektir.

Mekanik dünya görüşü matematik, bilim ve teknolojinin dünya görüşü, maddecilik ve ilerlemeci dünya görüşü, yaşadığımız dünyayı açıklamayı iddia eden dünya görüşü, beslendiği enerji çevresi tükenmeye yaklaştığından canlılığını yitirmeye başlamıştır. Hatırlanacak bir tarih kalabilirse, gelecek nesiller, bizim 400 yıl boyunca modern çağ dediğimize şüpheyle dudak bükeceklerdir. Dünyaya bir makine olarak bakılması, onlara tıpkı, Yunanlıların beş çağının bize gözüktüğü gibi önemsiz gelecek." (4)

Zavallı yaşlı ve yorgun dünyanın, yaşadığı bunca tahribatın ve sınırsız büyüme hızının, entropiyi sürekli arttırması karşısında, insanlık 3000. yıllara girerken, artık yeni bir dönüm noktasında, zorunlu ve kaçınılmaz bir yol ayrımında. Ya bu halen sürmeye devam eden mekanik paradigmaya sorgusuz- sualsiz teslim olup, dünyanın sonunu biran önce hazırlar ya da sağduyuyla entropiyi yavaşlatmanın paradigmasını yeniden oluşturur. Entropi sadece fizik kanunu değil, insanlığın kısa tarihinin ve evrenin kendisinin kanunudur aynı zamanda.

Çünkü insanlığın büyüme, tüketme ve yok etme hızının, geçen 50 yılın büyüme hızıyla ne aynı yönde ne de artarak sürmesi mümkün olamaz zaten. Şimdi gelelim, enerji ve entropi ilişkisinin önemine. Kuşkusuz en önemli nokta, hiçbir şekilde enerji yaratamayacağımızdır. Yapabildiğimiz tek şey, enerjiyi başka bir halden, diğer bir hale dönüştürmektir. Canlı/cansız her varlığın şekli; yalnızca enerjinin çeşitli yoğunluklarının ve dönüşümlerinin bir görüntü biçimidir. Yani, insanlar, ağaçlar, sular, topraklar dönüşmüş birer enerjidir aslında. Bir kömürü yaktığımızda; enerji, küller ve gazlar oluşur. Enerji hiçbir zaman kaybolmaz, başka formlara dönüşür ama aynı kömürü bir daha tekrar yakamayız, aynı faydayı bir daha hiçbir zaman sağlayamayız. Fakat atmosfere yayılan gazlar; sera etkisini, asit yağmurlarını, evrenin düzensizliğini arttırırlar. Dolayısıyla, önceden sonuçlarını hesaplayamayacağımız başka bir oluşumu zincirleme başlatırlar, daha büyük dengesizliklere sebeb olurlar. ABD'li fizikçi Prof. Lorenz'in, kaos kavramını açıkladığı şu örnekte olduğu gibi; "Brezilya'da kanatlarını çırpan bir kelebek, Florida'da fırtına çıkmasına sebeb olabilir."

Sonuç itibariyle, evrende mevcut bütün canlı/cansız her madde ve enerji, birbiriyle doğrudan ve organik olarak ilişkilidir. Evren, bütün ve büyük bir organizmadan teşekkül etmiştir. Halen sahip olduğumuz sorumsuzluğumuzla, bu bütünü parçalayıp (birbirinden bağımsız şeyler olduğunu düşünerek) kolayca doğayı tasarruf altına alma ve müdahale etme huyumuzu, alışkanlığımızı acilen terketmeliyiz.

Bilimsel-teknolojik devrimlerin arka planını oluşturduğu daha iyi bir düzen yaratacağına inandırıldığımız endüstriyalizm; giderek çılgınca artan enerji üretimi/tüketimine dayalı, yoğun enerjili toplumsal hayat tarzı; içinde yaşadığımız dünyanın problemlerinin ve kaosun tek sebebidir. Meseleler arttıkça ve buna mukabil meseleleri daha karmaşık yüksek teknolojilerle çözmeyi denedikçe, giderek çözümü için ipuçlarını kaybettiğimiz daha çok mesele üretiyoruz, farkında olmadan.

Yeryüzünde mevcut bütün kültürler ve toplumlar (geçmişte, günümüzde ve gelecekte); o anda sahip oldukları özel enerji çevrelerinin ürünleridir. Hayat tarzları, o andaki enerji üretim tercihlerine ve kullanımlarına tabi olarak belirlenir. Sahip oldukları enerji çevresi değiştiğinde, hayat tarzları da, zorunlu olarak değişmiştir ve değişecektir. İnsanların, önce kendi enerjilerinden, bitki ve hayvan enerjilerinden yani doğrudan doğruya güneşten yararlanmalarından sonra; fosil yakıtların egemen olduğu bugünkü yüksek enerjili toplumsal sistemi besleyen nükleer enerjiye karşı durmak, bahsettiğimiz entropiyi yavaşlatmak için kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Bu nedenle, bu yeni paradigma arayışının ve geliştirilmesinin ipuçlarını; enerji ahlakı çerçevesinde, yenilenebilir enerji tercihleriyle birlikte, daha az enerjili, adem-i merkeziyetçi, küçük ölçekli bir dönüşümde, bulabiliriz diye düşünüyorum. Özetlersek, "başka" türlü bir hayat tarzına geçiş için, oldukça önemli bir engel benim için; nükleer enerji...

Kaynaklar:
1) Prof. Marvin Harris: Yamyamlar ve Krallar, Kültürlerin Kökenleri; İmge Yayınları, 1994, S. 282.
2) Prof. Fritjof Capra: Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası; İnsan Yayınları, 1989, S. 295.
4) Jeremy Rifkin: Entropi, Dünyaya Yeni Bir Bakış, Ağaç Yayınları, 1992, S. 36.
3) Bu yeni paradigmayı konu alan, 1.2. ve 4. kaynakların yanısıra, Türkçe'de yayınlanmış şu kitaplara bakılabilir:
a) Fritjov Capra'nın; Fiziğin Taosu, 1993.
b) Roger Garaudy; Yaşayanlara Çağrı, Pınar Yayınları, 1986.
c) Son yıllarda sevgili Prof. Dr. Tolga Yarman'ın, özellikle "kaos" kavramı, çevre, enerji ilişkisi üzerine yazıları ağırlık kazanmaya başladı. Tolga Yarman'ın Ağaçkakan'da ve Bilim ve Teknik Dergisi ekinde çıkan yazılarına bakılabilir.
d) Mistik ve derin ekoloji üzerine çıkan, çeşitli makaleler, bu temel paradigma değişimini konu alıyor.


Bu yazı Ağaçkakan Ekolojist Dergi'nin 19-20. sayılarında yayınlanmıştır.